13 Ekim 2010 Çarşamba

-19-

saga, agary'yle sohbet ediyordu.

agary "cinayetin gerçekten cinayet, hırsızlığın gerçekten hırsızlık olmadığı bir sürü dakikaya şahit oldum saga."

ki saga o güne kadar sayısız cinayet işlemişti.defalarca sayıkladığı gibi, eğer ortada cinayet varsa; saga, birini bu dünyadan kurtarmıştı. ve bizzat kendisi dünyanın merkezine çakılıp kalmıştı. eğer bir kurtulan varsa neden kendisi bir daha ceza alacaktı?

bunu ilk defa, kendisini takıntılı bir biçimde "madur" olarak nitelendiren bir adamı öldürürken farketmişti.önce, adamın iliklerine sızdı.

chopin'den nocturne for the violin and piano eşliğinde sonunla sevişti.

o şarkının her zırva detektörü üzerinde farklı bir etkisi vardı. fakat adamda yaratacağı etkiyi adı gibi biliyordu. o, o şarkıyı saf acı olarak nitelendirecek ve madur zırvalıklarından bahsetmeye başlayacaktı.

yasaların maduru,

kadınların maduru,

sokakların maduru ve sabaha kadar uzanan milyonlarca klişe.......


aynen tahmin ettiği gibi oldu.

buçukluk adam, az buçuk arabesk sözlerini bitirdiğinde saat sabahın 6 buçuğuydu.

saga ona

"hayatında hiç gerçekten madur oldun mu?" diye sordu.

adam

"şaka mı yapıyorsun, saatlerdir nelerden bahsediyorum!? madur olmak için doğdum ya da adı madur olan bir gölgem var!" diye hırsla cevapladı sagayı. gözlerini bir ressamın ellerine versek, muhtemelen big bang'i çizerdi.

saga sırıttı.

yastığının altına uzandı. ve bıçağını çıkardı.

adam önce şaşırmasına rağmen, sonra her buçukluk aklın bu durumda sahip olacağı sanrısı gibi; o da bunu bir fantazi sandı ve suratındaki ifadenin son derece çekici olduğunu düşünerek gülümsedi.

sagaya göre yaşamaya devam ederken, bütün insanlar korkularını saklamakta profesyonellik kazanıyordu.

bu yüzden ölüm, yangına dayanıklı bir ormandaki ağaçların köklerinin yerinden çıkıp, ağaçlara hareket vermesi kadar şiirsel fakat bir o kadar da gerçekti.

yani insanlar, yaşamları boyunca sadece ölümden bir kaç saniye önce gerçek kimliklerini ortaya çıkartıyorlardı. saf korku, bedenlerini ele geçiriyordu.

sagaya göre cinayete orjinallik katan en önemli şey buydu.

ve karşısındaki adam bütün orjinalliğin içine ediyordu.

şimdi onu gerçekten madur etmek istiyordu.

hiç çaktırmadan üzerine çıktı. onu boynundan öpmeye başladı. yanağına kadar geldiğinde fısıldadı

"tek bir madurdan haberdarım. o da tanrı"

dedi ve bıçağı adamın kalbine sapladı.

sonra üzerini hızla giyinip adamın evinden çıktı.

yolda, son ettiği lafı düşünmeye başladı.

7 milyar insan, tanrı hakkında doğru yanlış atıp tutuyordu. yoz kısmı onun için çıldırıp, bedenini saklamaya çalışıyordu. aydın geçinenler yorum yapmamaya çalışıyordu. ve hatta bir grup gereksiz asi, ona sövüyordu bile.

tamam, bunların hepsi ona ulaşma çabasıydı.

fakat kimse ulaşma çabasının sebebini düşünmüyor ve araştırmıyordu.

aslında çok basitti. dünyada hiç kimse, bir diğerini kendinden üstün görmeye katlanamazdı. ve eğer bir kişiye ya da bir mertebeye ulaşmaya çalışıyorlarsa, bu kesinlikle onlara olan sevgilerinden, hayranlıklarından, hayat beklentilerinden ya da yardım beklentilerinden değildi. bizzat onun yerini kıskanmalarından ve imrenmelerindendi.

bu dünyada herkes üzeri kapalı bir biçimde tanrı'yı kıskanıyordu.

ve tanrı gerçekten yeryüzüne bakıyorsa eminim sisteminin 7 milyarlık çarkına tükürmek istiyordu.

haklıydı da. ordusu tarafından ihanete uğramış kraldan, yeni yarattığı klon hayvanları tarafından öldürülmek istenen bir profesörden ya da çocuğu tarafından tehdit edilen anneden çok daha madur durumdaydı.

bir sistem yaratmıştı, sistemin içine milyarlarca ışık sistemi, ışık sistemleri içine milyonlarca cisim yerleştirmişti. birbirlerine çarpma olasılıklarını minimuma düşürmek için yörüngeler ve çekim kuvvetleri tasarlamıştı. zekilerin keşfedebilmesi için tavşan delikleri açmış ve evren içine evren yerleştirmişti.

onlarca boyut, onlarca denklem ve onlarca cisim.........

ve o cisimlerden bir tanesinin içine, kendi yarattığı evrenin yüz bin katrilyonda biri bile etmeyecek büyüklükte 7 milyar tanecik yerleştirmişti.

şimdi ise kendi yarattığı ufak tanecikler ona ihanet etmek için çırpınıyordu.

zira saga, dünya üzerinde teklif edilse tanrı olmak istemeyecek tek bir insan bile tanımıyordu.

bunları düşünürken farketti, uzay ne denli bucaksız ve büyüleyici bir boşluktu.

ve farketmez olsaydı ki, kendisi uzayı tanrının gördüğü yerden hiç bir zaman göremeyecekti.

gerçekten uzak bir yerlerde, bütün ışık sistemleri birleşik bir şekilde gözüküyordu. ve birlikte kim bilir neye benziyorlardı. belki dna yapısına, belki örümcek ağına...

dünya ne kadar ufak ve kirliydi.

insanlar hisleri ve içgüdüleri yüzünden defolulardı ve saga onların arasındaydı, tanrı ise bunların hiç birinin olmadığı bir yerden yarattığı sistemi izliyordu.

farketti ki, aslında madur kendisiydi...

ve evrende o kadar ufak bir yapıydı ki, ölse de, öldürse de, tanrının sisteminin çarkları dönmeye devam edecekti.

saganın sarkacının dengesi bozulmuştu.

o andan sonra hiç birşey için heyecanlanamaz, heveslenemez ve hiç birşeyi umursayamaz olmuştu.

hiç birşeyi kanıtlamaya, doğrucu olmaya ve lider olmaya çalışmadı. sadece kendi hayatına baktı.

fakat bir cinayet, dünyada bir farkındalığın daha filizlenmesini sağlamıştı.

----------

bu yüzden agary'nin cümlesinin gerisi çok önemliydi. saga'nın hayatının dönüm noktalarından birini cümlesinin yarısında özetlemişti. öyleyse diğer yarısında öğrenecek birşeyler vardı.

"hırsızlığın gerçekten hırsızlık olmadığı anlar..."

öyleyse önce hırsızlığın ne olduğunu öğrenmeliydi.

o gün agary'yle bir iddiaya girdiler.

agary'nin istediği bir tarot takımı vardı, saga onu alacaktı. agary de saga için eski bir çizgiroman bulacak ve onu alacaktı.

kim yakalanırsa, adı çaylak kalacaktı. ve cinayet yasaktı.

hoş saga için bunun hiç bir önemi yoktu. o ne öğreneceğine bakıyordu.

saga kitap evine girdi.

yaklaşık bir saat oralarda oyalandı. ki bu en büyük hatasıydı. oldukça ilgi çekmiş olacağını düşündü.

fakat bir türlü yapamıyordu.

mevzu; birinin cebine girip, diğerinden çıkan para ya da yakalanma korkusu değildi. çünkü para, şimdiye kadar icat edilmiş en mantıksız ve en yaygın buluştu. yakalanma, ise "kime göre" ve "neye göre" sorularını getiriyordu.

sadece alışmamıştı.

sonra o cinayeti hatırladı...

ufacık bir kadının; ufacık dünyanın, ufacık fabrikalarının, ufacık ürününü; ufacık yasalar yüzünden alamamasının bir önemi yoktu. fakat aynı şekilde almasının da. öyleyse neden almıyordu?

aldı ve dükkandan çıktı.

arkasından bir adam geldi

"pardon hanımefendi, dükkandan çıkarken öttünüz, bir daha geçer misiniz?"

"tabi"

ve makineden geçti saga.

makine de elbette öttü.

"çantanızı görebilir miyim hanfendi?"

"tabi"

ve çantasını gösterdi saga.

"arkadaki kitabı görebilir miyim hanımefendi?"

"tabi"

ve arkadaki kitap gibi gözüken tarot setini çıkardı saga.

"izninizle bunu kasadan kontrol ettirebilir miyim hanımefendi?"

"tabi"

ve kontrol ettirmeye gitti adam.

geldiğinde, yandaki odayı işaret etti.

saga girdi.

istese her türlü çirkefliği yapıp oradan çıkabilirdi. fakat kendini anlamsız biçimde yorgun hissediyordu.

o an farkedemedi ama eve gidip yatağına uzandığında dank etti. ne yaparsa yapsın, hayatında hiç bu kadar aşağılık duruma düşmemişti.

bu nedenle afallamıştı.

odada, 2 adam daha vardı.

oldukça soğukkanlılardı ve dünya yasalarına göre oldukça doğrucu konuşuyorlardı. dünyanın belirli yerlerinde onlar gibi adamları buda öğretilerine alıyorlardı.

fakat sagayı içeri sokan adam, tıpkı saganın daha önce öldürdüklerine benziyordu.

amacına ulaşmak için her türlü iğrenç yolu deneyenlerdendi.

eğer amaçları birşey öğrenmek adına olsaydı, elbette dokunmayacaktı saga.

amaçları öğrenmek olmadığı için birşey de bilmiyorlardı, sadece ne yapmaları ve ne demeleri gerekiyorsa onlara odaklılardı.

ve saganın niteliksel cetveline göre, mide bulandırıcı kısmı oluşturuyorlardı.

saganın kafa kağıdının fotokopisini aldılar.

kendinden beklenmeyen bir kibarlıkla sebebini sordu saga.

içeri sokan adam;

"diğer şubelere yollayacağız ve bir daha mağazalarımıza giremeyeceksin" dedi.

saga, içinden kıskıs güldü adama. ve içtenlikle diledi, "umarım müşteri-çalışan ilişkisi dışında bir ilişki içinde benimle karşılaşmazsın."

zira buçukluk bir adamın görevini fbi ciddiyetiyle yapması mide bulandırıcıydı.

elbette adamın söylediğine inanacak hali yoktu.

doğrucu adamlardan birine dönüp, sordu;

"giremeyecek miyim?"

adam;

"sadece bu niyetle giremeyeceksiniz"

saga içinden, "kapıya beyin okuyucu mu astınız? tüh" dedi.

bir kaç soru ve öğütten sonra kapıdan çıkıp gitti saga.

nasıl dayandığına hayret ediyordu.

bir yılın ondan neler götürdüğünü o an farketti.

Ve agary’nin cümlesinin diğer yarısından umutlandığına lanet etti.

sagayı içeri alan adam, olayı hemen halledip sagayı yollamak için ucuz bir kaç yalan söylemişti. hafif öfkeli tavrı tamamen toyluğundan kaynaklanıyordu.

birinci doğrucu adam, sadece uyarmayı ve yollamayı seçmişti.

ikinci doğrucu adam ise sadece nedenini sormuş ve prosedürden bahsetmişti.

yani, aslında kendileri bile orada olan hırsızlıkları içgüdüsel olarak umursamıyorlardı.

-doğru olan iç güdüleriydi fakat dünyanın yasalarına göre hareket etmeye programlanmışlardı.-

umursamamalarının sebebinde elbette çalınan şeyin kitap olmasının bir etkisi vardı. çünkü saganın büyüdüğü yerde kitap okuyan fazla insan yoktu.

fakat daha da önemlisi, evrenin buçukluk dünyasının, buçukluk insanlarının kurduğu buçukluk fabrikaların, buçukluk kitaplarının; insanların cebinden çıkan buçukluklara denk gelmesinin bir öneminin olmamasıydı. onlarda içlerinde biryerlerde bunu biliyordu. o ödenmese de evrenin çarkı dönmeye devam edecekti.

Cümlenin ikinci yarısından da aynı sonuç çıkmıştı.

fakat dünya üzerinde tanrının yerine imrenenlerin, evrende var olan gereksiz kurallara ve gereksiz cisimlere tahammülü diğerlerinden çok daha azdı. bunu er ya da geç anlayacaklardı.

o yüzden saga, ertesi gün dükkana gidip tarot setini satın aldı ve 3 adama bir hikaye verdi...

athenaeum