12 Mart 2010 Cuma

bilmemne kemikleri

son 4 yıldır sık görüştüğüm hiç bir arkadaşımla dostun önü dışında bir yerde buluşmadığımı farkettim.
neyse! taa yazın başıydı. yine dostun önünde bekliyorum. ama böyle yukarıdan başıma bir damla su düşse, böyle kolum bacağım yerinden çıkıcak o kadar yorgun hissediyorum. malum şu gri sıcaklar!
irkilmekle gıdıklanmak arası birşey yaşadım galiba, ben de anlamadım!
sonra da bir ses; adamın biri telefonla konuşuyor.
ama o telefon dediğiniz kendi kulağına tutulup, ahizeye doğru konuşturur adamı. fakat tercih meselesi, adam benim kulağıma konuşmayı seçmiş.
telefondan değerli arkadaşlarına haber veriyor. kitabı çıkmış!
"hasancım 2 yıldır bunula uğraşıyordum. bugün dağıtıldı kitap evlerine, fantastik kurgu adı -bilmemne- kemikler"
ki bilmemne kısmını hatırlayamadığım için kendimi hiç affetmicem. belki huzur evine falan takılmaya başlarım. unutur unutur gideriz hepberaber orda!

--------
hera: hayır vericekler o hakkı size. gül teyzem olur mu aksi?
gül: olur kızım niye olmasın?
hera: ne olur ya?
gül: off... ben bir türlü bikini giyemicek miyim?
---------

neyse, yanıma baktım şöyle 2 saniye kadar. istifini bozmadan anlatmaya devam ediyor.
ama nedense karşısındakine hiç söz hakkı vermedi. şaşırdım! üzüldüm karşısındakine...! yazık dedim, adamı tebrik bile edemedi.

sonra bitirdi reklamını. aman canım! telefon görüşmesini işte! geçti yanıma iki saniye durdu. yine baktım. ama kararlıyım 2 saniyeyi geçirmeyeceğim. zira sabah anneme otobüs biletlerimi göstermişim, hepsinin numarasının içinde 2 var! hazır yeri gelmişken deneyimi de yaptım. sonra çevirdim kafamı. o da yürümeye başladı.

kendisi ilk adımını atar atmaz, aklımda ünlemler, soru işaretleri birbirlerine savaş açtılar.
"neden konuşmadın ki aptal?" "en azından ilk defa canlı reklam izlediğini söyleyip, başarılı performansı için tebrik ederdin?"

hep de öyle olur ya zaten! biz zamanlama probleminde birbiriyle yarışan insan ırkı için saat hep 16.04'tür. zarfların hepsi de 16.00da kalmaya mahkumdur! hahaha!
bir de "giden" problemi var ki hiç sormayın. hani sırf gidiyor ya, "e bir dursaydı da bari bir kelim..........."
halbuki, zaten gidiyor olması gerekir! bir kere de ufak bir tutku hissettin mi, asalak bir hayvan gibi yapışıp tüketmesen ya?
ya da bilmiyorum! tüket! sonra "yaşamadım" diye bunalıma girenlerdensen, serikatil olmaya karar verdiğinde listendekilerden olmak istemiyorum
tamam tamam... itirafların en tehlikelisidir ki,ben asalak olanlardanım! sen gel önce olması gerekeni afişe et. sonra da "ama ben öyle değilim ha" de.

neyse
adam, yazda kayboluverdi sonra.

geçen hafta celal aydının türev kitapçığına bakıyordum. sonra esrarengiz bir biçimde kitapçık yere düştü, sayfaları açıldı. işte tam anlamıyla o zaman vahiy göründü! evet mürtebat! vahiy göründü! sayfalarda türev alma kuralları, artılar, eksiler, sinüsler, cosinüsler... parlıyordu. bana "SEN BURAYA AİT DEĞİLSİN" diyorlardı.
aldığım vahiyle; sanki bulunduğum sokağa yağmur yağıyormuş ve tanrılar ebedi ruhlarına devrim yapmış da insanlar çıplak geziyormuş gibi ilginç bir his oluştu içimde. adı özgürlük olsa gerek!
tam kulağıma kulaklığımı taktım. müziği başlatıcam. bir ses!
sağa gidiyorum geliyor, sola gidiyorum geliyor.
döndüm arkamı.
bu surat tanıdık! o sakallar! bu boy! zira adam benden kısaydı, nasıl unutabilirim düşünsene!
diyor ki; "ikinci baskıyı verdik abi....................."
o sırada parmaklarım, beynimden bağımsız kararlar almaya başlamış olucak, başlat tuşuna bastım. müzik açıldı. gerçi tori amos'un kissing in the rain'de kalmışım en son, hiç de sövmelik değil. ama ne işe yarar! "adam" da duysa neyse!
karanbolde son söylediğini duyamadım. o sırada koluma çarptı, tam müziği durdurmayı başardım! pardonun "don" unu duydum.
algılamaya çalıştım. adam da resmen ağzımdan çıkacak sözcüğü bekliyor olacak, yavaş yavaş yürüyordu. sonra hah! dedim, pardon dedi bana.
ama ben cevap verene kadar gitti.

yani hala.......

ne kitabın adını ne adamın adını biliyorum!
üstelik bütün kozmik düzen adamı bana kasıtlı olarak yönlendirmişken!
işte şimdi, bu zaman dediğimiz doğaçlamanın, "huysuz" kelimesinin esin kaynağı olduğunu görebilirsin.
biraz dursaydı da, ben de o sırada müziği kapatsaydım... adamı kolundan tutup
"psikolojik sorunların yoksa benimle evlenir misin?" diyebilseydim.

neyse, artık 3. baskıya diyor şapkamı çıkartıp selamlıyorum seni!

1 yorum:

  1. haha dostun önünde buluşma fenomenine parmak basman çok isabetli olmuş. ayrıca şuna bi baksana, tutar belki: http://www.facebook.com/group.php?gid=63709620862

    YanıtlaSil

athenaeum