19 Mart 2010 Cuma

tik.........tak............

tik......... tak! tik! tak.........

"kimse sana şarkı söylemiyor vedetta, sen söylüyorsun ya!
ben bu gezegende sadece anlık farkedişlerimin bir taneciğine şahitlik edecek şarkıyı arıyorum."
tik... tak.......... tik tak........

"bu kez zaman, geceden daha hilekar."

vedetta izliyordu. güneş, eşini beklemiş; gece olmuş ve bütün gücüyle eşine ışığını verip kaybolmuştu. daha önce de hissetmişti vedetta. büyücülerin ay'ı bekledikleri gecelerin hepsi, iki kedinin tırmık yarışından başka birşey değildi. biliyordu, ay tamamlanmış ve en parlak haliyle iktidarını sergiliyorsa, yıldız kasabasında; güneş o gece ona o denli yakınlık göstermişti.

şehirler de öyleydi! kadınların çekim kuvveti, geometrik ortası, kadınların boyunları ve kadınların fularları!

ve bütün şehirlerin altyapısı, kadınları tutsak etmek üzere tasarlanmıştı.

vedetta nefes almak istedi. tutsak hissetmeyeceği bir kare arıyordu. evi, ailesi, mumları, şarkıları, yürüyüşü........ bütün aitlik hissetikleri, saçlarının arasına gizlenmiş; arkasından seyrediyordu adımlarını. rüzgar eserse iyiydi! belki bir kaçı uçuşur da bir taksinin altında kalırdı.

eskiden, merhabalarıyla vedalarının kesiştiği o sokaktan 7 kez geçmeden evine gidemezdi. nefesi onu yine oraya götürmüştü.

"artık organlarım bile beni dinlemiyor" diyordu beyni.
beyni bile vedetta'nın farkında değildi.

tik..... tak.......!

hiç görmediği, hiç gitmediği, hiç tatmadığı, hiç yatmadığı, hiç içmediği, hiç........... bir kafenin önünde durdu ayakları.
içeri adımını atmadan önce, bir saniye berisinde hatırladıklarına dair herşeyi kapıda bırakmak istiyordu. yandaki kırtasiyeden bir makas çalıp, saçlarını kesmek; bir adamın başından aşağı yağdırmak saç tellerini! kıyafetlerini yürüyenlere dağıtmak! ve mümkünse bütün matematik derslerinin favori kelime ikilisi olmak istiyordu: "bakar kör!"

hiç birini yapmadı. çünkü şehrin altyapısını bozmasına çok kızacaklardı. ve elinden herşeyini alacaklardı.

ah yine aynısını yapıyordu! alsalardı ya! bütün istediği bu değil miydi?

kafeye bir adım attı. ufak bir gemi gibiydi burası. tavandan aşağı demir atılmıştı. buna bile sinirlendi vedetta, ama bastırdı sinirini. biliyordu, onun bu hale gelmesinde kaptanların hiç bir suçu yoktu.

büyük adımlarla cam kenarındaki masaya gitti. bütün arada kalmışlıklarına ithafen, hep kararlı yürürdü...

oturdu.
siparişini verdi.

tik.........tak......

aradan 3 saat geçti.

2 tane çay içmişti.

tek başına oturan bir kadının özgür hissetmesi, şehir planına aykırıdır.

garson geldi.
"iç huzurunu çaya atıp karıştıran kadın! peki. bir tane de benden" dedi.

1 saat daha geçmişti.

vedetta hiç çay sipariş etmemişti fakat yedinci çayını yudumluyordu.

en çıldırtıcı olanı; birileri, onunla ilgili onsuz planlar yapıyordu.
ve en ürpertici olanı da, bir kaç çayın onu bu kafeye bağlayacak olmasıydı. kendini ne zaman ömürlük tahtından indirilmiş bir kraliçe gibi hissetse, bu kafeye gelecekti. çünkü artık çay kaşıklarından bir taç onu burada bekliyordu.

vedetta ceketini astığı sandalyede bırakıp, dışarı çıktı.

farketti ki; taçların, nişan yüzüğünden-sigaradan ya da gözleri kapalı seviştiği vakitlerin hiç birinden farkı yoktu. o da diğerleri gibi, sırf orada kalması için patlayan ruhsuz flaşlardandı.

bir melodi girdi kulağından içeri. zihnine kadar gitti. ve ordan.......

hayır!

bir daha o kafeye gitmeyecekti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

athenaeum