1 Mayıs 2010 Cumartesi

mekt-up

o gece saga'nın ağzından , dünyanın daha önce görülmemiş bir toprağına yolculuk etti cümleler. bir kılıca rastlayacaklardı.
rastladılar.
bilenip rüzgara karıştılar, bir adamın kulağına gitmeye yolcu:

"sadece bir şişe daha, seni görmem için; sonra bir şişe daha, kırışık suratını görmemem için

ben derim ki bukowski, klonlamayı tartışmak için geç kaldılar dünyanın dört duvarı beyin tacirleri...
bir işe yarayacaksa senden 100 taneyi stratejik noktalara yollayacaklardı.
o da geçti.

şimdiyi de merak ediyorsan, buralarda sokak lambalarına kravat giydiriyorlar.
renk körlerinin hepsi akademik kaygıyla külliyen kör olmakla meşgul.
ölü diyordun arada bir... hah onlar işte... onlar da ülkeler arası dikiş izleriyle meşgul.

bilmiyorum, mavi ispanyol orospuları ne halde ama kadınların çok büyük bir problemi var;
erkekler, seni tanıyorlar! hem de yaşayamadığın anlarda, bir kaç kadeh için yumuşatıcıya yatırdığın cümlelerinden.
"takmıyorum" diyorlar madden, ve manevi olarak içlerindeki boşluğun katsayı hesabı sömürüyor, bir kadına güzel sözler söyleyecek dudaksal viagrayı.
karşılaştıklarımdan biri bile bilmiyordu, iltifatın zihinden değil; tenden patlayıp, dile yol aldığını.

"teni beyaz ve sarkmış
mor bir külot var
kıçında

işte bundan çıkıyor
savaşlar
büyük tablolar
intiharlar
harpler
kayabilim
ve münzeviler.
"

birileri bu cümlelerini duyup, kadınları karanlık odalara mahkum etmeye çalıştı.
bir kısmı da vardı ki, kadınları önemsememek için sebep arayan; aldılar cümleni ve "işte bu kadar basit!" dediler.

ben izliyordum uzaktan.
baktım ve az kalsın gülmekten ölecektim. dünyaya, dünya dedirten şey kadının kıçındaki mor külottu ve o düşünce fakirleri, sen bununla alay ediyorsun sandı.

kısacası, hiç de ebeveynlerin ezbere okudukları akşam sohbetlerinin dizeleri gibi değil. ne bir dejenere olmuş ahlak, ne de rahat kafalar var!?
çocuklar lunaparkta binmek için dönme dolapları seçiyorlar.
ve dönme dolabın her oturağında, kendini kanıtlama çabasıyla, olmak istediği kahraman olamamanın güvensizliği..+'&
cümleler, küçük dile kadar gelip geri dönüyor, sonra herşey yapma bir dinginliğe bürünüyor.
HERKES KORKUYOR BUKOWSKİ.
bir kadınla yatmak isterken, "ona ne gözle baktığımı düşünecek?"
bir kadının hoşuna gidecek "cümleyi kuracakken, "beni ne sanacak?"
bir kadına karşı çıkarken, "otoritemi kabullenecek mi?"
bir kadınla dans ederken," vücudumun hantallığını farkedecek mi?"
bir kadına hayranlık duyarken, "bana bakacak mı+%'&?"

hepsinde hayattan soyut ayrı bir beklenti.
ve bunları atlatanlarda, yaşlanmış sayıyor kendini. oysa hayat, devrin altında ezilmeyenler için yeni başlıyor.

sonra 21. yüzyılın, beyniyle aşık olma modası kendini o kadar çok sergiledi ki, artık o bile eskidi.
şimdi ellerinde, bir iş çantası dolusu elektro akoru ve fizik teoreminden başka birşey kalmadı charles. ^!'%^/
ayrıca çantasız bir adam görürsen de oradan baktığında, umutlanma! onlara otobüs sırasında rastladığımda bile dokunmuyorum, uzaktan "afedersiniz" diyorum ve yol vermesini bekliyorum. onlar, beyinleri günün kendi akışını bile kaldıramayacak adamlar. hayati bir tembellikleri var. chris isaak bile ruhlarını yerine getiremez. ve sandığın gibi değil tembellik , aidsden daha bulaşıcı!+'&

bir de işin bastırılmış yangın boyutu var bukowski.
senin şiir yazdığın fahişeler de seninle beraber o tarihte kaldı...

erkek, cümlelerini sakladıkça kadından; kadın çıldırdı.
"çubuğunuzu matematiğe kullanıyorsanız, bizim zekamızda biyolojiye amade!" dediler.

bir adam, barda tanıştığı kadınlara gece için kibar vaatlerde bulunmasını bilemedi. hani, dünya dönüyoooor, dönüyooor ve o takmıyor ya%'/'+
kadınlar da, şuh zekasını hangi adam için kullanacaktı ki?

işte asıl problem burada.
yaratılışı gereği kadın neye musallat olursa olsun, aşkı hissetmiyorsa; içinde dayanılmaz bir boşluk olur.
ve aşksız kadın iki türlüdür.
ya kendini bunalıma adapte edip, ilgi müptelası olacaktır ya da kafasındaki süperkadın profiline bürünmeye çalışıp; kadınsal niteliklerini unutacaktır.
iki türlü de ateşini, ışık tutan bir adamla çarpışana dek kaybedecektir.

ve "aşksız da iyiyim, beni alacak olan gelsin burdan alsın." diyen beyinden tiksiniyorum
ama hepsi tanrının suçu, yalanı böyle niteliksiz beyinlerin eline oyuncak diye verirse, beyin kendine bile yalan söyler.

şimdi kadınları bir görsen, önemli olan yaşayacakları dakikalar değil, dakikaların sayısı!?+'!&
sürekli matematiksel bir kuram, adımlara hükmediyor.
ve kadın da erkeği, ancak uzun yıllar içerisinde takmama eyleminden kurtarabiliyor.
ama elbette kurtarma, sancılı bir kahramanlık oyunudur. çünkü ilişkilerde savaş, koklanacak çiçeklerin, ve gölgesine uzanılacak ağaçların ölüm fermanıdır.

dır'ı dir'i geçelim de... işte öyle charles.
bu bir, dünyevi keşiflerle-ruh süprüntüleri arası sınır çatışmasının değiştirdiği insan doğasının, farkında olan bir kadına yaptırdığı, dilsiz serzenişti.
ben bu dünyanın, bilimiyle insanı arası harcanan banknot tomarı olmadan; yeryüzüne reenkarneni yollayıp beni alma vakti."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

athenaeum