8 Nisan 2010 Perşembe

-4-

günaydın saga! bayan proleterlerin yalancıktan özgür kum kalesi!

sen şimdi sandın ki;

uyanıp mutfağa gidip kahveni aldıktan sonra, odana döneceksin. yudumlarken, pencereni de açacaksın. yatağında uzanan şöyle tahtından habersiz, şahsına münhasır bir şair olacak. sanki pencereyi açtığında odada umutsuz sahiplenmelerle, "karşımdakinin ne düşündüğü" kasıntısını rüzgara pazarlamışsın da, rüzgar içeride kalan kareyi görünce daha fazlasını almaya kıyamamış gibi.

bazı kareler öyle olur ya hani^'+&^%!
sınırları çizilmiş 2 özerk cumhuriyetin yapboz parçaları gibi birbirine oturmuş görüntüsü!
ama bütün ilişkilerin sorunu tam da bu noktada devreye girer.

dinle! dinle! saga'dan 1 haftadır haber almıyor olmanın acısını çıkartıcaz şimdi bay sayın muhterem muhteşem köstebek!3+%^&/

bir cumartesi akşamı evine çok uzak biryerlerde islander'ı dinleyip, dolmuş bekliyordu saga. yolun kenarında.

kaldırımdan bir adam geçti. yanından. birbirlerine baktılar. biraz uzun sürdü.

tamam tamam! o kadar uzun sürdü ki, ikisi de arkasına bakmak zorunda kaldı. sonra saga önüne dönüp beklemeye devam etti.

aradan 20 saniye geçmeden, adam bu sefer geldiği yöne yürüyerek bir kez daha geçti.
brrrr
saga'nın gülme dürtüsü, şaşkınlığının önüne elini kolunu sallaya sallaya geçti.
sırıttı. ve yola bakmaya devam etti. hiç çaktırmadan adamı izliyordu. tip.

adam karşıya geçip bakkala girdi. elinde bir poşeyle çıktı. tekrar saga'nın beklediği kaldırıma geçti. yol boyunca parketmiş arabalar vardı. ve adam karşıya geçmesine rağmen kaldırımlarda görünmediğine göre, arabaların arasında biryerlerdeydi. ben de rağmenli cümlelere fitil olmama rağmen öyle anlatm..... aaaaaah!
bir kaç saniye gözleriyle sokağı taradı. adam görünmeyince dolmuşu beklemeye devam etti.

şehrin piyasası çıldırmış! dolmuş güzergahı, ana cadde, sakin binaların tek odası ışıklı daireleri ve meyhaneler bir aradaydı! böyle fatih ürek dinlerken, rakı içip diğer koluyla çocuğunu sallarken "uyusun da büyüsüüün niiiinnniii" demek gibi birşeyden söz ediyorum.

iyi be!

bu arada müzik değişmişti. franz schubert'den serenade'ı dinliyordu. kısık sesli ve günün belirli saatlerinde girilen duygu seli altında dinleniyorsa, yerinde bir kaç kez dönme ihtiyacı hissettirecek bir parçaydı.

saga dönerkeeeeeen, sağ yanında adam beliriverdi!
konuşarak saga'ya doğru geliyordu. saga duyabiliyordu ammaaa...!

"merhaba. son 10 dakikadır sapık gibi etrafınızda dönüp duruyorum. ama baktım da arabalar önünüzde duruyor ve siz uzun süredir bekliyorsunuz."

derkeen adam, saga duymamış gibi kulaklığını indirdi. gülerek

"efendim?" dedi. adanın gözleri maviydi. masumluğuna bakılırsa da en fazla 23 yaşında gayet hevesli normal bir insanevladıydı.

adam sözlerine yeniden başladı.

"şey... bakıyorum bir kaç dakikadır. döndüm, karşıya geçtim. geldim. durdum. size baktım. galiba şu tarafa gidiyorsunuz. bu saatten sonra fazla dolmuş geçmez o tarafa. önünüzde arabalar duruyor. isterseniz bırakabilirim"

cümleleri o kadar net ve sadeydi ki, acelesi varmış gibi geldi saga'ya. gerçekten de acelesi vardı. hangi erkeğin yol kenarında bekleyen bir kızla tanışacakken acelesi olmazdı ki!^%+'^%

saga, bu duruma biraz kaos serpmek istedi. bakalım aynı aceleyle mi konuşacaktı.

"hmm. baya sapık taklidi yapmışsınız" dedi ve güldüğü görünmesin diye, arabaların geldiği yöne doğru baktı, dolmuş geliyor mu acaba? havasıyla.

adam kıpkırmızı oldu.
güldü.

"evet. zaten titriyorum! ama gerçekten bırakabilirim. arabam şurada. arkadaşlarımın yanına gidiyorum. bira almak için durmuştum. arabaya giderken sizi gördüm. önünüzden ge.. geçen araba korna çaldı. eh çalaaar. böyle bir sokakta yol kenarında duruyorsunuz ve artık dolmuş geçmesi zor. isterseniz bırakayım?"

saga, bir gülmeye başlarsa eve değil hastahaneye götürmek zorunda kalacaktı. çok sıcak ve tatlıydı! ardı ardına, anahtar cümleleri söyleyerek açıklama yapmaya çalışıyordu. ve hala "siz" diye hitap ediyordu.
"isterseniz" diyordu.
ama "sizi bırakmak istiyorum" u diğer cümleleri kadar net söyleyemiyordu!
biraz daha uğraşsam mı diye düşündü saga. sonra anlık bir kararla

"görüyorum bırakabilirsiniz, ama teşekkür ederim." dedi.

adam

"bakın gerçekten bırakabilirim" dedi.

saga, o içsel gıdıklanmaya daha fazla karşı koyamazdı!
gülmeye başladılar!
yarıla yarıla!
böyle gözlerini kapatıp, yere tekme atarak!

o sırada dolmuş geldi. saga dolmuşun merdivenine sıçradı ve zafer kazanmış sorunlu bir kadın gibi el salladı.

koltuğa oturduğunda ne yaptığının farkına vardı.
resmen "hayır"dı bu!
adamı reddetmişti!
aptallığından çıldırıyordu, koltukları parçalayacaktı!

camdan arkaya, yanlara, her tarafa baktı. belki takip ediyordur diye.

SALAK...!

arabasını görmemişti ki.

geçen saniyeler onu sakinleştirdi. yanından geçen arabaların şoför koltuğuna bakmaya devam etti.
ineceği yere gelmişti ve adam onu gerçekten de takip etmemişti. buna neden inanamadıysa. sanki paris hiltondu.

tam inerken, kaptan seslendi.
"pardon hanfendi, ücretinizi ödemediniz"

çantasına davrandı.
böyle yukarıya yalvarır gibi kafasını yukarı kaldırmış, olmayan bozuklukları ararken, yandaki arabanın içinden adam ona bakıyordu.

kaptana "bir dahaki sefere!" dedi.
ve biliyor musun? saga'nın suratı, kaptandan daha şaşkındı. hemen gitmeliydi çünkü! hemen!
çünkü her an, geçen saniyeler onu yine sakinleştirebilirdi.

atladı dolmuştan aşağı.
adam da arabadan indi.

saga: işte başlıyor
adam: işte geliyor

burada bile bir eşitsizlik vardı.
erkeklerin kendini olayın dışında tutarak hikaye dinliyormuş havasındaki duruşuyla, kadınların bütün kahramanları başrol alan senaryoları!

o gece ne birbirlerinin telefon numarasını aldılar. ne de isimlerini.

ve sonraki 3 gün, adam her akşam o sokakların birinde yakaladı sagayı.
saatler hep aynı dakikaları gösteriyor, köşe başındaki gevşemiş sokak lambası da yanıp sönmeye devam ediyordu.

4.gün saga onu evine aldı. artık saga ile hans'ın hikayesini anlattığımı öğrenmiştim.
tabii onlar da.

bu arada ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
o yüzden tavla oynamaya karar verdiler!?+^'%
büyük atan başlayacaktı.
saga 3 attı. hans 5

sonra doğrulup, saganın dudaklarından öptü.

"büyük atan başlar demiştik" dedi. sırıtıyordu. 150 yıldır bu denizlerde dolaşan bir korsan gibiydi.

saga devam etti.
delirmiş gibi öpüşüyorlardı. hans, 2 eliyle saganın saçlarını dağıtıyordu.
iki eli de saçlarındayken, hangi ara çıplak kalmıştı!?/'%+
saga mı soymuştu onu?
herneyse!
ne yapacağını şaşırmış masum çocuğa bak diyordu saga! sonra bir an, bakışları ona keman hocasını hatırlattı. durgunlaştı.
2 saniye içinde kendine geldi. toparlamak için sırıttı.
hans "ne sırıtıyorsun?" diyip dudaklarını ısırdı saganın.

mutfakta teybi açık unutmuşlardı, lhasa de sela'dan rising çalıyordu.
saga her şeyi unuttu. hansın üzerine çıktı.
perdeler açıktı ve dışarıda bir köpek dimdik durmuş, onları izliyordu.
beraber yükseliyorlardı. beyni sarsılmıştı. köpeği görmedi bile.

birbirlerini dokunmadan duramıyorlardı.

.......................

saga, uyandı. hala rising çalıyordu. mutfağa gidip müziği kapattı. 2 kahve yapıp odaya geri döndü.
camı açtı. iki köpek çiftleşiyordu. perdeyi kapattı.
hans uyandı. kahvesini aldı saga'nın elinden.
belinden kavrayıp, kendine çekti

"seni tanıyorum. hep benimmişsin gibi..." dedi.

(error error.
buradan çekmiyor,kapatıyorum sonra ararım^!?%'+^%)

saga, kendini hans'ın kollarından kurtardı. şimdi kulağında baştaki gibi yeniden islander çalıyordu.
tiksintiyle baktığının farkında değildi.

hans yokmuş gibi görünen gururunu, şiddetle saçtı etrafa. yatağın yanındaki vazoyu alıp saga'nın durduğu duvara doğru fırlattı.
bağırmıyordu. ama zaten gözleri yeterince ses çıkarmıştı.

saga, islander'ın melodisini mırıldanmaya başladı. tepkisizdi. bir çocuğa bakıyor gibi bakıyordu.

hans, üzerini 10 saniye içinde giyinip çıktı.

.............

sagaya gelince...

yıllar önce yaşadığı birşeyleri hatırladı. ilk öptüğü çocuk, "artık benimsin" demişti. 15 yaşındalardı.

tokadı basıp, onu bir daha görmemek için okulunu değiştirmişti.

daha o günden görülüyordu. ikili ilişkilerin ona öğreteceği çok şey vardı.
birinin ona sahip olduğu düşüncesi, beynindeki volkanların hepsini birden harekete geçiriyordu.
içindeki 1000 farklı organdan bütün saga'lar birleşip savunmaya geçiyorlardı.

ve yine daha o günden görülüyordu ki, saga öğrenmemek konusunda kararlıydı.

fakat o sabah anladı ki, özgürlük diye birşey yoktu. bulaştığı her şey, dünyada bulunmasının bir sonucu olarak, ona sahip olacaktı. saga'nın onlara istemeden sahip olması gibi.

faşist ve komünist birer liderin bakış açısını çatıştırırken farketmiyordu kimse, bütün ilişkiler onların farklılığından değil, benzerliğinden ilhamlanıyordu. belki birinde daha saygı değer kılınıyordun! fakat iki durumda da itaat ve bağlılık esastı.

her ilişki "köle ile efendi" esasına dayanıyordu. ve saga ne efendi olabilirdi ne de köle.
yönetmek için ya da yönetilmek için orada duruyor olmamalıydı. hissettiği sürece yanında duruyor olmak istiyordu ismini derisine kazımak, hayatını değiştirmek isteyen her adamın!

izin verseler zaten memnun edecekti!
bu şekildeyken kim gerilla öpücüğüne laf atabilirdi ki? saga için bu geceye kadar, uzun süredir herşey gerillaydı.
gerilla öpücük
gerilla sohbet
gerilla bakışmalar
gerilla açlık
gerilla yürüyüş
gerilla nefes
gerilla tetik
gerilla.............

gerilla demişken, gerilla keman dersleri...
acaba 1 haftadır o ne yapıyordu?

5. günün akşamı, aynı yerlerden geçti saga.
hans yine oradaydı. sonraki bir kaç akşam yapacağı gibi, onu görünce yolunu değiştirdi.
bu sefer dakikalar akıp gidiyor,
sokak lambası da inadına kararlılıkla yanıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

athenaeum